Haber

Taraflar yükseköğretimdeki sorunlar için ne vaat ediyor?

Türkiye’de 81 ildeki 208 üniversitede 8 milyondan fazla öğrenci eğitim alırken, seçim kampanyalarını başlatan siyasi partiler farklı vizyonları ve vaatleri gündeme getiriyor. Ancak bu vizyon ve vaatler daha çok genel açıklamalarda ve beyannamelerde yer almaktadır. Akademi ise “özgürlük” ve “özerklik”, takım meseleleri, akademisyen atamaları gibi konularda analiz bekliyor.

Peki “akademik özgürlük” ile kastedilen nedir? Akademisyenler genellikle neden “özgür” olmadıkları sorusunu gündeme getirir.

ODTÜ ve Boğaziçi gibi Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden 39 akademisyenin 2022 yılı sonunda hazırladığı “Türkiye’de Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılanması” ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından hazırlanan “Akademik Özgürlük ve Üniversite Özerkliği” başlıklı raporlar bu konuda dikkat çekici kaynaklar olarak öne çıkıyor. saygınlık. Bu raporlarda “akademik özgürlük”, basitçe “üniversitenin araştırma ve öğretme işlevi sonucunda ortaya çıkan bilgiyi kamuoyuna açıklaması” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle, akademisyenlerin önce bilgi üretme ve sonra bunu topluma yayma sorumluluklarında sorunları varsa, bu onların “akademik özgürlüklerinin” kısıtlandığı anlamına gelir.

“İfade özgürlüğü yok, akademik özgürlük yok”

Eğitim araştırmacısı ve yazar Ünal Özmen’e göre ifade özgürlüğü yoksa akademik özgürlüklerden bahsetmenin bir anlamı yok. DW Türkçe’ye konuşan Özmen, “Bilim, hakim siyasi anlayışlar, dinler, gelenekler ve göreneklerle çatışır. Mevcut anlayışı sarsmanız gerekir. Bunu yaptığınız anda iktidardan tepki alabilirsiniz. İktidar ideolojisi ya da egemen devlet. Orta Çağ’da yüzyıllardır böyleydi. Değişmedi. Burada mesele bir şekilde ifade özgürlüğüyle iç içe geçiyor.”

Eğitim-Sen’in eski Genel Başkanı Alaaddin Dinçer, siyasi partilerin akademinin gerçek sorunlarından uzak olduğunu savunuyor. Dinçer, “Siyasi parti programlarında da yazılan ‘bilim özgürlüğü, demokratikleşme, akademik özgürlük’ gibi manşetler suya yazı gibi. Bunun sağlanması için uluslararası kriterler de kabul edildi, sorun ne? siyasi iktidarların doğrudan akademiye müdahale etmesidir. Üniversitelerden ideolojiye uygun söylem ve davranışlar beklememesi gerekir. Buradaki sorun sadece YÖK değil. Üniversite rektörleri ve dekanları düklük gibi çalışıyor.”

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) 1997 tarihli belgesinde akademik özgürlük, “herhangi bir doktrinle sınırlandırılmaksızın eğitim ve tartışma özgürlüğü”, “araştırma yapma ve sonuçlarını yayma/yayınlama özgürlüğü”, “fikirlerini ifade etme özgürlüğü”, “fikirlerin sansürlenmeme özgürlüğü” kriterleri ile açıklanmaktadır. Türkiye de UNESCO’nun bu metnine imza atan ülkeler arasında yer alıyor.


Fotoğraf: Getty Images/AFP/O. Köşe

“Bütün sözleşmeler kağıt üzerinde imzalandı, bir sorun yok. Ama birçoğunu KHK ile akademisyenler açıklama yaptı, bildiriye imza attı diye üniversitelerden attığınız anda bu büyük bir kırılma yaratıyor” Dinçer, KHK ile akademisyenlerin durumuna dikkat çekiyor. 2015-2016 yıllarında Güneydoğu illerinde yaşanan çatışmalar sırasında uygulanan sokağa çıkma yasaklarına ve şiddete son verilmesi çağrısı yapan Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler, KHK ile Olağanüstü Hal kapsamında görevden alındı.

Dinçer, “Barış akademisyenlerinden sonra düşünce özgürlüğünün tüm adımları engellendi. Akademiye ‘sus, fikir beyan etme’ ibaresi verildi. Görüşleri hakim ideolojiye aykırı da olsa bu sözleşmeler devam ediyor. yayınları ve araştırmaları için fonları keser kesmez kağıt üzerinde kalmak.” Üniversiteden atılma, araştırmalarına destek verilmemesi gibi durumlarda sadece o kişilerin değil tüm akademinin korktuğunu vurgulayan Dinçer, “Bu kaygı içe kapanmayı da beraberinde getiriyor ve üretememeye başlıyor. insandır, yaşam korkusu vardır, geçimini sağlamak zorundadır” diyen Boğaziçi hocalarının yaptığı bu açıdan mesela çok anlamlı. Ancak, bu yerel kalır. Bunların dışında biat kültürüyle iç içe ve bağlı kalan akademiden özgürlük beklemek anlamsızlaşıyor.”

Üniversite özerkliği mümkün mü?

Uluslararası standartlara göre akademik özgürlüğün en önemli güvencelerinden biri kurumsal özerkliktir. Boğaziçi Üniversitesi’nin raporunda, “Kurumsal özerklik, akademik özgürlüğün kurucusudur. Akademik özgürlüğün teminatı özerkliktir. Aynı anda hem hak hem de misyon olarak adlandırılan akademik özgürlüğün aksine, üniversite özerkliği, bir kurumun kalitesi.”

Üniversiteler ayrıca büyük ölçüde devlet bütçelerine bağlıdır. Alaaddin Dinçer’e göre Türkiye’de özerklik hiçbir hükümete yakışmıyor. Dinçer, “Özerklik popüler bir kelimedir. Ama sınırları çizilmiştir. İdeolojik çizgi ne ise akademi de onunla aynı çizgidedir. Bu onlarda hep böyle olmuştur. Özerklik iktidarlara yakışmayınca kötü bir şey oluyor.” Üniversite her dönem dinden, devletten, sermayeden bağımsız olmalı, eşit uzaklıkta olmalı, bu bir anlamda özerkliktir” diyor.

“Türkiye’de Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması” raporuna göre, üniversiteler özerklik için kendi “eğitim dilini”, “araştırma alanlarını” ve “istihdam yapılarını” belirlemelidir.

Ünal, “Rektör, fakülte ve üniversiteyi kuran tek bir KHK ile özerklikten bahsetmek mümkün değil” dedi. ‘ devam ediyor. Akademik personelin atama süreçlerinin de özerk olmadığını belirten Özmen, YÖK’ün açtığı ekiple işine son verilen birçok akademisyenin bu nedenle ekip sorunu yaşadığına dikkat çekiyor.

Siyasetin akademi üzerindeki etkisi

Üniversitelerdeki külfetli süreçlerden biri de terfi ve atama sürecidir. Alaaddin Dinçer atama ve terfilerde oluşan heyetlere dikkat çekiyor. “Belirlenen jüriler tamamen idarenin yol haritasına, dolayısıyla yetkilere göre belirleniyor. Kâğıt üzerinde bakarsanız oluşum ve uygulama süreçleri tamamen uluslararası standartlara uygun ama tüm akademisyenler biliyor ki orada alınan tavır çok yanlış. tamamen ideolojik” diyor.

Bir üniversiteden örnek veren Dinçer, 16 kişinin doçentliğe kabul edildiğini ancak rektör değişikliğinden sonra hiçbirine kadro verilmediğini söylüyor. Dinçer, “Her öğretmenle ilgili günlük tutuluyor. Bu daha çok taşra üniversitelerinde yaşanan bir sorun. İktidar gibi düşünen ve hızla yükselen yüzlerce akademisyen var. Ancak iktidara muhalif ve muhalif olan birçok örnek sayabiliriz. Yıllardır kadro bekliyorum. Burada bir kültür oluşması gerekiyor, baktığınız zaman kağıt üzerinde bir sorun. Hayır ama aslında bir sorun var” diyor. Dinçer, bu süreçlerin bağımsız kurullar tarafından denetlenmesi ve müdahale edilmesi gerektiğini söylüyor. Dinçer, atama ve terfilerde akademisyen sendikasına da bakıldığını belirterek, “Yüklenmek için devlete yakın sendikalara geçen akademisyenler var” diyor.

Ünal Özmen’e göre öğretim üyesi yetiştirme programlarında yasal altyapı sorunu yok ve her şey tüm standartlara uygun. Özmen, “Sorun üniversitelerin siyasi iktidara göre hareket etmesi. İktidar bilim adamı olup olmadığına değil, ne söylediğine bakıyor. Jüri yapısı maalesef buna kötü bir örnek.”

Üniversitelerin hükümetin geleceğe yönelik atılımlarına ve kısa vadeli projelerine odaklanması gerektiğini kaydeden Özmen, “Üniversitelerin gelenekleri, araştırma planları var ama bunlar dikkate alınmıyor. Hükümetlerin hızlı gelişme talepleri var, yapmak istiyorlar. bunu kısa sürede yapar.Örneğin kanser araştırmalarına yatırım yapmaz.Kısa vadede para kazandıracak, para kazandıracak konulara odaklanır.Sosyal bilimleri umursamaz.Devlet ‘eğitim para kazandırır’ görünce ‘ dediğinde, üniversitede bu piyasa koşullarına ayak uyduruyor, kadroyu ‘para kazananlara’ göre dağıtıyor, “Üniversiteler bilgi satan yerler haline geliyor.”

Üniversitelerin “demokratik” yapılar olmadığını söyleyen Özmen, “Birlikte karar verecekler, birlikte hareket edecekler ki demokratik ortam oluşsun. Ancak bu haklar ortadan kalktı.” Alaaddin Dinçer, son dönemde üniversitelerde açık öğretim ve uzaktan eğitim bölümlerinin sayısının arttığını da söylüyor. Dinçer’e göre eğitimin kalitesini düşüren etkenlerden biri de bu.


Fotoğraf: Fatima Çelik/DW

Beyannameler yüksek öğrenim hakkında ne diyor?

AKP’nin seçim beyannamesinde yaklaşık dört sayfa yükseköğretim başlığına ayrılıyor. “Yükseköğretimin yeniden yapılandırılması” sözü verilen AKP bildirisinde “üniversitelerin küresel rekabet edebilirliklerini geliştirmek”, “üniversitelerin akademik performanslarını, araştırma ve bilgi üretme kapasitelerini artırmak”, “üniversitelerin kapasitelerini destekleyerek kapasitelerini güçlendirmek” belirtiliyor. uzmanlaşma ve bölgesel ihtiyaçların dikkate alınması”, “Nitelikli eleman açığının kapatılması”, “Fakültelerin doluluk oranları ile yeni kurulan üniversitelerde kamunun ve işgücü piyasasının ihtiyaçları gibi kriterlere dayalı bir sistem geliştireceğiz.

Akademisyen yetiştirme sisteminin nasıl olacağı, akademik özerkliğin nasıl sağlanacağı, yayın sayısını artırmak için akademide atılması gereken adımlar gibi başlıkların detaylarına yer verilmedi. Bildiride doktora eğitimini destekleyerek yılda 25 bin mezun yetiştirme hedefi en somut başlık olarak yer alıyor.

Millet İttifakı’nın ortak seçim bildirgesinde, “YÖK’ün lağvedilmesi ve bir koordinasyon kurulunun kurulması”, “bilimsel, idari ve mali özerkliğinin güvence altına alınması”, “üniversitelerin özgür fikirlerin, bilimsel çalışmaların ve tartışmaların merkezi haline getirilmesi”, “daha fazla kaynak”. Sözlerin “yüksek lisans ve doktora tezlerinin kalitesini artırmak” gibi sözlerle dolu olduğuna dikkat çekiyor. Millet İttifakı, beyannamesinde üniversitedeki yönetimlerin akademisyenler tarafından seçileceğine dair somut bir söze yer verirken, akademisyenlerin nasıl yetiştirileceği, özgürlüğün nasıl sağlanacağı gibi sorulara net bir yanıt vermiyor.

CHP’nin eğitim politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı Lale Karabıyık, DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, hem CHP’nin hem de 6’lılar tablosunun yükseköğretim konusunda detaylı bir çalışma yaptığını söyledi. Bu değişiklikler yapılmalı ve YÖK yerine sadece koordinasyon ve planlama yapan bir kuruma dönüştürülmelidir” dedi.

Bildiride genel hükümler olduğunu hatırlatan Karabıyık, “Biz iktidara geldikten sonra anayasa değişikliğinden sonra hangi adımları atacağımızı belirledik. Birini eksik bırakırsanız sistem eksik kalır. Gerçek bir planlama ile akademisyenler” özlük hakları, üniversitede seçim sistemi, maliye, yönetim, akademik özerklik, akademisyenler, üniversite “Örgüt temsilcileriyle toplantılar yaparak ne olması gerektiğini belirledik. Aslında sorunları tespit ettiğinizde ortaya analiz çıkıyor. Akademik özgürlüğün olmadığını, özerkliğin sorun olduğunu, ekibe atanma sürecinin sorun olduğunu da tespit ediyoruz.” Karabıyık, bu noktada üniversitelerdeki rektör seçim süreçlerinin değerli bir adım olduğunu kaydederek, siyaset bu konuya hiçbir şekilde müdahale etmeyecektir.

sayısal bilgilerle akademi

Türkiye’de 129 devlet, 75 vakıf ve 4 vakıf meslek lisesi olmak üzere 208 üniversite bulunmaktadır. YÖK tarafından açıklanan son verilere göre 4 milyon 579 bin 47 lisans öğrencisi, 3 milyon 250 bin 101 ön lisans öğrencisi, 358 bin 271 yüksek lisans öğrencisi ve 109 bin 540 doktora öğrencisi bulunuyor.

Yine YÖK verilerine göre 34 bin 325 profesör, 22 bin 524 doçent, 44 bin 307 doktor öğretim üyesi, 37 bin 57 öğretim görevlisi, 46 bin 551 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 184 bin 764 akademisyen görev yapıyor. . Her 1 akademisyene 45 öğrenci düşmektedir.

Mani olmadan DW Türkçe’ye nasıl ulaşabilirim?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu